Mehmet Güleç

Bu kadar tahammülsüzlük ve bağnazlık yetmez mi?

Mehmet Güleç

Günümüzün belki de en büyük sorunu ve aynı zamanda Demokrasilerin ve soyal barışın en büyük düşmanı TAHAMMÜLSÜZLÜKtür. Tahammülsüzlük; kendinden farklı olana hoşgörü gösterememe hali, iletişimde eksikliğin, insaniyette yetersizliğin göstergesi, saygıyı öldüren en büyük unsur... Tahammülsüzlük; bir insanın görüşlerine, yaşayış tarzına, düşüncelerine saygısızlık hâli. Karşınızdakini, yani muhatabınızı hazmedememe, söz ve fikirlerine karşı saygılı davranamama, okuma ve dinleme gereği dahî duymama, ve hattâ ; bazı zamanlarda şiddet ile karşılık verme şeklinde tezahür eden anormal davranış biçimi. Hasılı; sorunlu bir ruh hâli.

Bu hastalıklı hâl, elbette ki sadece bugünümüze özgü bir durum değil. İnsanlık tarihi kadar eski olan problemli bir durum. Sadece zaman zaman aşırı boyutlara varmış, zaman zaman ve özellikle Dinlerin en etkin olduğu dönemlerde en aza indirilmiştir. Tahammülsüzlük, içinde bulunduğumuz şu dönemde de oldukça yoğunlaşmış ve büyük kitlelerde hastalıklı bir hâlet-i rûhiye durumuna yükselmiştir. ”Basın Özgürlüğü” paravanının arkasına sığınarak yazılı, görsel ve sosyal medyada sesimizi hür bir şekilde duyuruyor; muhalif olduklarımıza ve muhataplarımıza küfürler, hakaretler savuruyoruz ve maalesef bunu, hiç bir kuralı umursamadan yapıyoruz. Bizi, İBLİS’e dönüştürmüş olan kînimizi ve nefretimizi nasıl da kusuyor, başka görüşlere karşı olan saygısızlığımızı nasıl da gün yüzüne çıkarıyoruz. Benim görüşüme uygun olan en doğru, fakat benim gibi düşünmüyorsa çok yanlış ve hattâ; hâin. Bunları söylerken, elbetteki “Hâince düşünen hiç yoktur..” diyemeyiz. Hâinler, aymazlık ve dalâletini ihânet çukuruna düşürenler dün de oldu, bugünde var ve maalesef yarın da olmaya devam edecektir. Çünkü bu, bir yaratılış gerçeğidir.

Bütün mes’ele; Milleti oluşturan bireylerin, bu hassas çizgilerin nerede başladığının ve nerede bittiğinin ferâseti, idrâki ve iz’ânı gibi fazîletler ile dolu olarak yetişmesi ve yetiştirilmesidir. Devlet, eğer yurttaşlarını bu fazîlerler ile mücehhez kılmaz ise, yurttaşlarının bir çoğu ihâneti : “Karşı fikir, muhâliflik, fikir özgürlüğü...” gibi kılfların içinde yutar. Buna verilecek o kadar çok örnek var ki, meselâ : çok çok sınırlı sayıdaki kişin bilmesi gereken Devlet Sırrının gazetecilik adına ve fakat düşman gizli servislerinin iğvâsı ile ifşâ’ edilmesi...

Siz  anladınız !...

Toplumsal kurallar ve ahlâkî değerler, insanı diğer canlılardan farklı kılan kıstaslardır. Kurallar ve değerler, bölgeden bölgeye, toplumdan topluma, milletten millete ve inançtan inanca göre değişiklik gösterebilir. Fakat ne kadar değişik olursa olsun bütün insanlık âlemi için ortak paydası olan kurallar ve ahlâkî değerler mevcuttur. Yazılı ve yazılı olmayan böylesi kurallara o ülkede, o eyâlette, o vilayette, o kasabada. o köyde yaşayan insanlar sevmese de uymak zorundadır. “Zorundadır” diyoruz, çünkü ; burada keyfiyet olamaz. Bu kuralların ihlali sonucunda, meselâ; insanların inançlarına karşı herhangi bir saldırı olursa, kanunlar nezdinde verilen bir cezai müeyyide elbette olacaktır.

Her yurttaş, üyesi bulunduğu topluma her zaman pozitif bir enerji vermek durumundadır. Sadece kendisi için değil. diğer insanların varlığını düşünerek hayatına bir düzen ve intizam vermelidir. Bunu, hiç kimseyi kırmadan, kimseyi hor görmeden, hâsılı; Yaratan’dan ötürü yaratılanları severek. Zira; samîmi bir demokrat iseniz böyle olmalısınız. Yazık ki benim aziz Ülkemde, öylesine tehlikeli bir kutuplaşma oluşmuş vaziyette ki ; koca koca diplomaların sahipleri, görüşlerini açıklayan kişi (bu şahıs ; siyasetçi, gazeteci, fikir adamı vs..kim olursa olsun) eğer kendi görüşünden değilse, derhal kulağına hoş gelecek kelâmların boca edildiği kanala geçiyor. Çünkü; kendine ezberletilmiş şablonlardan gayrısına tahammülü yok. Ezberinin bozulmasını hakâret olarak görüyor. Pekiii..: Bu kadar kin, bu kadar nefret sizce de fazla değil mi ? Bunlar, insanlığın sırtında taşınması çok ağır ve zor olan bir kambur değil mi ? Kaldı ki; kîni ve önyargıyı rehber edinenler hiçbir hedefe ulaşamayacak ve hiçbir zaferi elde edemeyecektir.

Görüşlerine katılmadığımız  kim olursa olsun, sevmek zorunda değiliz ; lakin, saygı duymayı öğrenmeliyiz. Kişinin görüşlerine, duruşuna, inancına, hâsılı o insanda bize benzemeyen ne varsa saygı duymayı öğrenmeli ve tüm kın olm öyküyle önyargılarımızı kırmak zorundayız. Ves-selâm!..

Yazarın Diğer Yazıları