Mehmet Güleç

Jön Türklerin çocukları ne zamana kadar daha rüzgara karşı koşacaklar?

Mehmet Güleç

Geçtiğimiz Cuma günü, Sayın Diyanet İşleri Başkanımızın sembolik hutbesinde değindiği konuların, İslam dininin sosyal olaylar hakkındaki görüş ve ilkelerini içeren meseleler olduğunu ezanda, namazda ve İslâm’da kulağı olan herkes bilir. İnsanların birbirleriyle olan ailevî ve sosyal ilişkilerinde uyması gereken dini, ahlaki ve etik bazı hususların dile getirildiği bu hutbede, son günlerde yaşamakta olduğumuz salgına ait konulara da dikkat çekilmişti.

Söz konusu hutbe, İslam dini başta olmak üzere semavî dinlerin tamamında yasaklanmış eşcinsel (sapık) yaşam tarzının mahzurlarından da bahsetmektedir. Tüm dinlerde insanlığın ortak bir görüşü olarak benimsenen bu husus, yaşadığımız son virüs salgını ile tekrar gündeme gelmiştir.

Hastalık ve salgınların, dinin yasakladığı bu olaylar ile ilişkilendirilerek gündeme getirilmesi herhangi bir kesimi aşağılamak anlamına gelmeyeceği gibi, dinî bir kaidenin inananlar için dile getirilmesi, yargılamaların ve eleştirilerin dışında kalması gereken bir husustur. Konu bu manasıyla sadece inananları değil esasen tümüyle insanlığı da ilgilendirmektedir.

İnsanlık Tarihi, bir yönüyle ahlâkî değerleri ile bu konuya verilen uzun soluklu mücadelelerin de tarihidir. Her dönemin ahlak ve etik değerleri, o döneme ait unsurlar barındırsa da sonuç olarak günümüze kadar gelen çoğu değer, insanlığın ortak kazanımlarıdır. Bu kazanımlara her din, her felsefi görüş farklı boyutlarda değer ve katkı sağlaya gelmiştir. Söz konusu değer ölçülerinin oluşmasında din ve inanç sistemlerinin yeri oldukça fazladır.

Günümüzde de, hukuk ve evrensel ilkelerin gelişmesinde ve bu boyuta gelmesinde elbette din ve inanç olgusunun yeri tartışılamaz. Türkiye Cumhuriyeti devleti, imza ettiği Uluslararası kaideler ve anayasasında belirtilen hususlar çerçevesinde bir hukuk devletidir. Kamu kurumu temsilcilerinin bizatihi kendilerinin aslî görevi olarak yaptığı bazı açıklamalardan dolayı, aslî görevini yapan bu görevliye karşı kuyruğuna basılmış sırtlan misali saldırıya geçmek, iz ’ansız anlamlar yüklenerek sanki yeni bir hukuk normu ihdas ediliyor algısı oluşturmak, herkesin her fırsatta iddia ettiği Milli Birlik… gibi sosyal değerler paydasını tahrip edeceği kesindir.

Diyanet İşleri Başkanı Sayın Prof. Ali Erbaş’ın konuşmasının ardından Ankara ve İzmir Barolarının yaptığı açıklama ile “Hukuku savunmak” iddiasıyla aykırı üslûbun nasıl kullanılacağı, bu arada toplumun ezici çoğunluğunun ahlâkî ve dini değerlerine nasıl hakaret edileceği de gösterilmiştir.

Ülkemiz her dinden, inançtan ve görüşten insanın yaşadığı ve %90’ı Müslüman olan bir ülkedir. Aynı zamanda Ahmet Yesevi gibi, Mevlâna gibi, Yunus Emre gibi, Hacı Bektaş-ı Velî gibi gönül erenlerinin yeşerdiği bereketli topraklardır. Attıkları tohumlar ile barış ve kardeşliğin en muhteşemini genlerimize işlemişlerdir.  İşte, tam da bu sebeple: Ülkemizin en büyük kurumlarından biri olan Diyanet Teşkilatımızın, tüm kadroları ve birimleri ile birlikte ve var gücü ile; va’z ettikleri ve hükümleri sadece insanlık için değil, tüm varlıklar için Kıyamet’e kadar güncel ve hatta bütün zamanlardan daha fazla güncel olan İslâm’ın emir ve yasaklarını daha çok ve daha gür bir şekilde irşada devam etmelidir. Çünkü 83 milyonumuzun içinde birçoğumuz : “Merhamet, Haram, Yetim malı, Millet malı (Beyt-ül mal), İsraf, şatafat, şirk, haset, fitne, ihanet, münafıklık, dalâlet…” gibi kavramların ne olduğunu dahî bilmiyoruz. Tıpkı, küfürlü konuşmaya alışmış birinin bu kötü huyunu sıradanlaştırdığı için bu çirkinliğini fark etmiyor olması mîsâli. Daha beteri de, birçoğumuzun İslâm’ın ilk emri olan “Oku”dan bile habersiz oluşumuz!

Yazarın Diğer Yazıları