Mehmet Güleç

Niçin 'fikri hür, irfanı hür, vicdani hür' olamadık?

Mehmet Güleç

Makalemizde, günün önemine binaen hızlı gireceğiz. Zira, 24 Kasım Öğretmenler Günümüzü atlayamayız.

 

Saadete gelecek olur isek:

Bir cemiyette bazı fikirler ya da “Resmîleştirilmiş” söylemler sonuna kadar söylendiği halde, devleti bir şekilde ele geçirmişlerin görüşlerine aykırı fikirlere sınır konulur, hatta tümüyle yasaklanırsa; o cemiyette gerçek anlamda ne CUMHURİYET ne de cumhuriyetin daha da geliştirilerek millete mal olmuş şekli olan DEMOKRASİ inşa edilemez.

Gazi Mustafa Kemal’in, esas itibariyle mükemmel, muhteşem ve hatta insanlık tarihinin en onulmaz yarasına parmak basan bu müthiş özdeyişinin keşke uygulamasını da takip edebilme imkânı olsaydı. Çünkü O; fikri hür nesiller istedikçe vatan sathında pıtırak misali türeyen ne kadar yalaka, yağdanlık, tarih ve sosyoloji bilimlerinden habersiz varsa; "HAKİMİYET, BİLÂ KAYD-U ŞART MİLLETİNDİR” vecizesini dahi bilerek ve isteyerek görmezden geldiler. Henüz birkaç yıl önceye kadar dahi; tüm yokluklara, sefalete ve kuşatılmışlıklara rağmen tarihin emsalsiz kahramanlıklarının sahibi bu aziz milletimizi hiçe sayanlar ve hatta aşağılayanlar, devlet içinde peydahlanarak neredeyse anayasaya: ”DEVLETİN RESMİ DİNİ HRİSTİYANLIKTIR...”diye yazdırmaya kalkışacak kadar millete ve milletin ulvi değerlerine pervasızca meydan okudular. Hem de arsızca ve hiç utanmadan vicdanlarımızın neden esir olması gerektiğini anlatan zihniyetler ve akıllar üreterek.

Az gittik, uz gittik Cumhuriyetin başlamasından yaklaşık çeyrek asır sonra ise ezeli ve ebedi düşmanlarımız diğer islam beldelerinde yaptıklarının bir benzerini de RAY DEĞİŞTİREREK yeni versiyonları ile bizde de yeniden uygulamaya başladılar:

Bu kez de normal bakışla görülemeyen bağlantıları yolu ile kendi emirlerinde kurdukları islami yapılanmalar görünümünde cemaatler kurarak, insanımızın en zayıf noktalarından girdiler ve din adına zihinleri ele geçirerek kitleleri sürüye dönüştürdüler. Fikrini, irfanını, vicdanını körelttikleri ya da yanlış hedefe kilitledikleri kitleleri, Emperyalizmin (kendilerinin) günü gelince uyandıracakları lakin şimdilik uyutulmuş hücreleri vasıtası ile muhakeme erdemini yitirmiş köleleri haline getirdiler. Karşı kutupta, yani bir başka cenahta ise; gencecik ve pırıl pırıl dimağları ideolojiler adına MARSİZM’in, SOSYALİZM’in, MATERYALİZM’in, NAZİZM'in köhne labirentlerine hapsederek körleştirildiler.

Marksizm'in doğduğu Avrupa'da Antonio Gramsci, Theodor Adorno gibi düşünürler Demokrasi ile uyumlu yeni Marksizm'i inşa edip demokrasinin içinde yeniden tanımlarken, bizdekiler hep militarizmden medet umdular, darbecilik saplantılarını aşıp yeniye ulaşamadılar. Onlar hala zihinlerine yerleştirdikleri 19. yüzyıl Marks, 20. yüzyıl Lenin virüs programıyla dünyayı "çözümlemeye" çalışıyorlar. Zira; köleleştirilmiş zihinler yeniyi ve doğruyu zaten keşfedemezler. Hasılı: Bireyselleşen toplum yerine din haline dönüştürdükleri ideolojilerin "mü'mini" bireylerin yetiştirildiği Türkiye'de, M. K. Atatürk'ün aradığı ve Cumhuriyetle ilişkilendirdiği "Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller...” yetiştirmek asla mümkün olmadı, gerçekleşemedi. Çünkü o günden beri fikrimizin, vicdanımızın, irfanımızın rahat bırakıldığını kim iddia edebilir ki? Necip Fazıl, 1934 yılında durup dururken mi “BİR ADAM YARATMAK” isimli piyesi yazmak zorunda kaldı acaba?

Dünya hukuk sisteminde emsallerine sadece İlk ve Orta Çağ Avrupa’sında rastlanılan mahkemelerin gölgesinde, “DEVLET” kavramını ilahlaştırmış bir cemiyetin üzerinde “KEL ALİ” gibilerin tabiat felaketi olan HORTUM misali döndüğü hukuk ikliminde fikir de, irfan da, vicdan da canlı kalabilir mi?

Çünkü “Kraldan çok kralcılar”  kendilerine köle vicdanlar ve kendilerine esir fikirler peydahladıktan sonra iktidarları ebediyen baki kalmalı, ele geçirdikleri devletin yegane sahipleri HALK değil, nesilden nesile daima kendileri olmalıydı. Gazi Mustafa Kemal’i dahi kuşatmayı başarmış olan bu pervasız zihniyetin cumhuriyetten, demokrasiden ve hürriyetten anladıkları şu idi: Köleleştirilmiş vicdanlar, esir alınmış idrakler, dili tutulmuş irfanlar...                                

Bu pervasızların 14 Mayıs 1950’yi (çok partili seçim ve sistem tarihini) çok erken bulmaları da zaten bunun içindi. Sadece kendilerininmiş gibi vehmettikleri devlete, vatanın öz çocuklarının sirayetlerini, yani devlet memuru olmalarını önlemek için önlerine, 1948 yılında ABD'ye eğitilmek için gönderilenler eli ile 1951 yılından itibaren tesis edilen, örtülü ve okyanus ötelerinden kumandalı karanlık yapılar (Özel Harp Dairesi gibi...) marifeti ile CEMAATTEN BARAJLAR kurmaları da bunun içindi.

Yazarın Diğer Yazıları