Mehmet Güleç

Yeniden büyük Türkiye sevdasının neresindeyiz?

Mehmet Güleç

Dünyevileşme, maddeye ve menfaate meyil, insanlık tarihi ile başlar. Lâkin bazı dönemler, bu hırslı duygular zirveye çıkar ve toplumun birey ve kesimlerinde adeta kaynamaya başlar.  Bizim Cemiyetimizde dünyevileşme hırsı, 12 Eylül sonrasında ve özellikle  “REKABET  EKONOMİSİ” (Serbest Piyasa Ekonomisi=Liberal Ekonomi) ile tanıştıktan sonra  ivme kazandı. Daha önce yok muydu? Elbette vardı. Hem de en az şimdilerdekinden bile korkunç ve vicdanî ölçüleri yitirdiği zamanlar bile oldu. Bağımsızlık Savaşımızı takip eden yıllarda Anadolu baştanbaşa enkaza döndüğü, halkının %90’nının kırsalda yaşadığı bir dönemde MÜBADELE sonucu boşalan köylerin, 11 yıl süren savaşlar sonucu 9 cephede her aileden ortalama 2 şehidin bulunduğu onca yetim, öksüz, dul ve son bakiyeleri de bu kez sefaletten kırılan büyük kitleler dururken kimlere tahsisi edildiği bellidir. Bunu kabul edebilen bir vicdan ile bugün ihtirası uğruna tüm kutsallarını ve mukaddeslerini ayakaltına alanlar arasındaki fark nedir ki?

Özellikle de 28 Şubat sonrasında maddileşmede çok büyük bir ivme kazandık. Sevdalar ihalelerle, haksız kazançla özdeşleşti.  Eskidenki esnetilemez mücahitlikler ve mefkûrecilik-ler müteahhitlik karnelerinin yarışı hâline döndü. Bir şairimizin dediği gibi , “Eskinin sevdaları yürektendi yürekten; şimdileri ise, maalesef dönüyor direkten.” Bunun sebebi ise, ne kadar kazanırım hesabı ile orantılıdır. Erken davranarak kim kimin ayağına basabilirse. Sevda adına yüreklerini verenler de eskilerde kaldı. Bugün bir çoğu, kaleminden ya da medyasından aldığı güçle Holdinginin veya sahibinin iş takipçiliğini yapar oldu. C.Meriçler, K.Tahirler, S.Aliler, Serdengeçtiler, Karakoçlar, Necip Fazıllar, Said-i Nursîler, A.N.Asyalar, A.Kabaklılar… hâfızalarımızda birer nostaljik kahramanlar olarak bekliyorlar…

Hâsılı; Kıblelerde önemli miktarda sapmalar var. Kitabî değil de nefsi ve felsefi bir dünyanın çevrelediği hayat tarzını “laiklik” diye kabullenince, “demokrasi” adı verilen ve bugüne kadar asla mânâsı ile uyumlu olarak kullanılmamış bir ithal çamurun tüm kirlilikleri karşımıza çıkar oldu.

Demokrasi adına, Laiklik adına ve güya Özgürlükler adına “Bırakın yapsınlar bırakın etsinl​er.” diye diye sokaklar berbat, ekranlar berbat, nesiller berbat, istikbâlimiz ve istiklâlimiz vahim ve korkunç bir tehdit altında.

Elbette ki,  1064 yılından bu tarafa ZOR BİR COĞRAFYAYI VATAN EDİNDİĞİMİZİN idrakindeyiz.  O gün bugün savaşsız ve musibetsiz çeyrek asrımız bile geçmedi. Şeytan kovalamaktan abdest almaya zamanımız olmadı. Fakat vacipten önce farz, farzdan önce şart vardır. Meselâ;  irşad ve eğitim kurumlarımız ne zaman “MİLLΔ olacak, tarihimiz ne zaman “TARİH” olacak?  Ne zaman bize ait olmayan gûyâ özgürlüklerin bizi köle kıldığını anlamaya başlayacağız?

Biz maalesef uyurken, Lâle Devri yaparken, Teknolojiyi fethederek insanlığı kendilerine köle kılmış ileri teknoloji ülkelerinin “TEKNOLOJİK TUTSAK” ettiği gençlerimize ne zaman Bering  Boğazından başlayarak Roma’ya kadar uzanan ve o günün dünyasının tamamındaki zulmün bağrına mızrağı dayadığımız, daha 300 yıl öncesi bile küstahlaşan Moskova’yı işgal eden ve Ümit Burnu’nun güneyine Deniz üssü kurarak Batı’ya Hindistan yollarını kapattığımız yüreği, azmi ve karakteri aşılayan, “BÜYÜK ve SÜPER GÜÇ” olma şuurunu kazandıran BÜYÜK RUHU  kazandıracağız?

Bu sahada her birimiz, gözünü budaktan esirgemeyen, BÜYÜK ÜLKÜLERin delisi ve divanesi olmadan “Milli Nesiller” yetiştiremeyiz. Bu ifadelerimizden sakın ola ki kimse bizi, “İttihatçı Enver” hastalığına yakalandığımızı sanmasın. Elbette ki her şeyi, günümüz gerçeklerine uyumlu kılarak yapmalıyız.

Dememiz o ki:

İster Hükûmet, ister muhalefet, ister bilim adamı ve isterse bürokrat olsun; hep birlikte ve öncelikle sağlanacak MİLLÎ MUTABAKATın sağlıklı bir zemine oturması için geriye dönerek nerede hata ettiğimizi, nerede hataya düştüğümüzü görüp anlamamız gerekmektedir. Zira; bu dağılmışlıktan,”Uydum resmi ideolojinin kalabalığına” hesabı ile asla mümkünü yoktur !. Ves selam!

Yazarın Diğer Yazıları