Selçuk Baysal

Karnemdeki ilk zayıf

Selçuk Baysal

Takvimler 1996 yılını gösteriyordu. Beşinci sınıftaydım. Yeni okulumda ilk defa yarıyıl karnesi alacaktım.

Her yiğidin olduğu gibi her öğretmenin de ayrı bir yoğurt yiyişi var elbette.

Eski öğretmenin Türkçe dersine ağırlık verirdi. Anlamlı cümle kurmak, noktalama işaretlerine dikkat etmek onun için daha önemliydi.

Yeni öğretmenim ise matematik hastasıydı.  Müzik, resim gibi derslerde dahi ilk fırsatını bulduğu an ders bir anda matematiğe dönerdi.

Artık eski okulumda olduğu gibi orta kolaylıkta matematik soruları yoktu. Harbiden soruydu. Bu soruları çözen öğrenci sayısı, kırk kişilik sınıfta on-on beş arasındaydı.

Eskisi gibi yazılı öncesinde çarpım tablosuna şöyle bir göz gezdirip, üç beş örnek çözerek yazılıdan 3 almak gibi bir şey yoktu artık.

Sizin anlayacağınız ‘’Lale Devri’’ bitmişti yani.

Türkçe derslerinde en güzel cümleyi kurmak, özet yazdırılırken sınıfın en çalışkanlarının dahi iki paragraflık yazıda 10-15 tane noktalama hatası olurken, benim sadece iki hatamın olması beni tembeller listesinden kurtarmadığı gibi küçük bir ‘’aferin’’ dahi aldırmamıştı. Öğretmenim sadece ‘’anaaa!’’ diye şaşırmıştı.

Nihayet karne günü gelip çatmıştı. Ülke gündemi yoğundu. Türkiye ile Yunanistan arasında ‘’Kardak Krizi’’ yaşanıyordu.

Rum bir çoban Kardak adasına keçilerini salınca, iki ülke savaş noktasına gelmişti.

O da bir şey mi? Asıl keçiler o gün bizim evde kaçacaktı.

Asılan suratlar, yükselen sesler ve çatılan kaşlar beraberinde gözyaşlarını getirmişti.

Biri sert bakar, bir çantamdan çıkardığı kitaplarımı sayfa sayfa karıştırırken, ‘’neden derslerine çalışmıyorsun Selçuk?’’ der. Annem, ‘’ben çok üzüldüm, ben çok üzüldüm’’ diyor.

Üzerimde çıkarmaya takatimin kalmadığı mavi önlük, boynumda bir düğmesi ilikli diğeri açık olan ve bir kravat gibi göğsümün üstüne düşmüş beyaz yakalık. Avuçlarımın arasındaysa yüzüm.

Hıçkırıklarım alıp maziye götürüyor beni. Herkesten önce okumaya çıkıp kırmızı kurdele aldığım, pekiyi ile geçtiğim o günleri hatırladıkça gözyaşlarım da Fırat nehrine meydan okuyordu adeta.

O dönemler televizyon kanallarında İbrahim Tatlıses filmleri çok yayınlanırdı. Kendimi bir an için İbrahim Tatlıses’in, Tıp fakültesini okurken birden bire yırtık elbiselerle sokaklarda yaşamak zorunda kaldığı ve köfte çaldığı o filmindeki karaktere benzetmiştim. Nereden nereye…

İlerleyen günlerde önüme kırmızı ve kalın bir kolej kitabı atılıyor. Cevap anahtarı kısmı gözünün içine bakıla bakıla yırtılıyor, ‘’bunlar çözülecek’’ deniyor. Çözülecek ama nasıl çözülecek?

Ben eğitimci, psikiyatr ya da pedagog değilim elbette. Bu yüzden eğitimci ya da öğrenci koçlarına saygısızlık etmek istemem. Ancak soğuk algınlığı için şarkısında nane- limon tarifi veren Barış Manço misali okuduklarımı ve edindiğim tecrübeleri paylaşmakta bir beis görmüyorum.

Sahi neydi bu karne? Çocuğun kişisel özelliğinin, zihinsel kapasitesinin ve yeteneklerinin tek başına göstergesi miydi? Karnedeki bu notlardan aileye ve hatta öğretmene de bir mesaj yok muydu?

Elimizden tutması gereken öğretmen ve aile bireyleri kaş çatıp, surat asmak yerine keşke bizlere ‘’sıfırdan başlamanın yollarını’’ da gösterselerdi. Biraz tebessüm ile düşüp kalmayanın sadece ‘’Allah’’ olduğu hatırlatılsaydı.

Amacım 11 yaşında zayıf getiren Selçuk Baysal’ı aklamak değil elbette. Tabi o da masum değil. Ancak söylemek istediğim şu ki; hayat bu. Güzel günler de iyi günler de gelip geçecek elbette.

Karne günleri de o günlerden sadece biri. Ama acı ama tatlı.

Bakın zayıf o getiren o öğrencilerden zaman içinde ne işinin ehli ustalar çıktı. Ne başarılı tüccarlar yetişti. Hatta ve hatta daha sonradan düştüğü yerden kalkan ne yiğitler ne fakülteler kazandı.

Fırat nehrine meydan okuyan gözyaşlarımın da arayıp bulamadığı şey neydi biliyor musunuz? Hepsinden önce bir teselliydi. Sonrasında da sorumluluk bilincimizi nerede, nasıl kaybettiğimi saptayıp ve özgüvenimi telafi edecek ilacın ne olduğunun tartışıldığı bir aile ortamı belki de.

Hatta ve hatta diyorum ki keşke öğretmenim de beşinci sınıf problemlerinde zorlandığım için beni aşağılamak yerine, bu konuda sıkıntısı olan ben ve benim gibi arkadaşlara sırayla basitten karmaşığa doğru giden ödevler vererek bizleri kazanmaya çalışsaydı.

Neyse. Geçmiş acısıyla tatlısıyla kalmış geride. Bu güne bakalım artık. Bu gün yine bir karne günü. Öyleyse bizler de bütün öğretmen ve öğrencilere ‘’iyi tatiller’’ diyelim.

Yazarın Diğer Yazıları