Uzmandan aile içi istismar ile ilgili rakamlara tepki
Dicle Üniversitesi (DÜ) Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Yrd. Doç. Dr. Serhat Nasıroğlu, Türkiye'de aile içi istismarın iddia edildiği gibi yüzde 40'larda olmadığını söyledi. Türkiye'de bu konu ile ilgili yapılmış bilimsel bir çalışma olmadığını belirten Nasıroğlu, Klinik gözlemlerimiz açısından baktığımızda oranın bu kadar yüksek olmadığını görüyoruz. Ancak bir çocuk bile cinsel istismara uğramış olsa o çocuğun ruh sağlığını korumak hepimizin görevi dedi.
Dicle Üniversitesi (DÜ) Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Yrd. Doç. Dr. Serhat Nasıroğlu, Türkiye’de aile içi istismarın iddia edildiği gibi yüzde 40’larda olmadığını söyledi. Türkiye’de bu konu ile ilgili yapılmış bilimsel bir çalışma olmadığını belirten Nasıroğlu, “Klinik gözlemlerimiz açısından baktığımızda oranın bu kadar yüksek olmadığını görüyoruz. Ancak bir çocuk bile cinsel istismara uğramış olsa o çocuğun ruh sağlığını korumak hepimizin görevi” dedi.
DÜ Çocuk ve Ergen Psikiyatristi Yrd. Doç. Dr. Serhat Nasıroğlu, aile içi cinsel istismarla ilgili bilgi verdi. Nasıroğlu, klinik gözlemleri açısından değerlendirdiklerinde Türkiye’de aile içi istismarın yüzde 40’larda olmadığını belirtti. Bu konu ile ilgili de ellerinde bilimsel bir veri olmadığını ve aile içi istismar ile ilgili bilimsel veri yapmanın da çok zor olduğunu aktaran Nasıroğlu, “Tartışmanın yüzde 40 boyutu yönünden tartışılmasını çok istemiyoruz. Çünkü yüzde 1 bile olsa bu önemli. Bir çocuk bile Türkiye’de cinsel istismara uğramış olsa o çocuğun ruh sağlığını korumak hepimizin görevi. Böyle bir sorun da var olduğu için rakamsal tartışmaların ötesinde değerlendirmemiz gerekiyor. Dünyada bu rakam yüzde 5 ile yüzde 10 arasında. Türkiye’de aile içi istismar ile ilgili bilimsel veri yapmak da çok zor. O yüzden elimizde net bir veri yok. Aile içi istismar dünyanın her yerinde var sadece Türkiye ile ilgili bir konu değil bu. Bu söylendiğinde sanki Türkiye’ye özel bir sorunmuş gibi konuşulabiliyor. Dünyanın her yerinde tarih boyunca, milattan önce de milattan sonra da, dünyadaki her toprak parçasında aile içi cinsel istismar vuku bulmuştur. Bunu inkar edemeyiz ve gerçeklerine olduğu şekilde davranmamız gerekiyor ki çocukları bu tür sorunlardan koruyabilelim” diye konuştu.
“Çocuktaki her tür ruhsal belirti bir şekilde sorgulanmalıdır”
Çocuklardaki davranış değişikliklerinin önemli olduğunu vurgulayan Nasıroğlu, “Normal okuluna giden herhangi bir davranış sorunu olmayan, iştahı, uykusu normal olan bir çocukta bir anda davranış değişiklikleri görmeye başlıyorsunuz. Aile içinden birisinden ciddi bir şekilde uzaklaşıyor, uykuları bozuluyor, ders durumları düşüyor ve evden kaçmaya başlıyor. Fiziksel olarak kendine zarar veriyor veya intihar gibi bir takım kendine zarar verici davranışları ciddi orana getiriyor. Bunlar olduğu zaman bu çocukta ruhsal bir değişiklik anlamına gelir. Bir psikiyatrist tarafından bunların değerlendirilmesi gerekir. Çocuktaki her tür ruhsal belirti bir şekilde sorgulanmalıdır. Çocukları çok fazla itaate yönlendiriyoruz. Belki bu geleneksel olarak da böyledir. Aile içerisinde elbette çocuğu sevebiliriz ama çocuğa da şunu söylememiz gerekiyor; ‘Bu senin bedenin’. Çocuk istemediği sürece çocuğa çok fazla dokunmamak gerekiyor. Bunlar bir şekilde çocuğu korumaya yönelik adımlar. Biz çocuklara cinselliği anlatırsak çocuklar bunu öğrenecekler diye bir korku var. Biz bunları öğretmediğimiz zaman, çocuklar bu bilgileri farklı yerlerden alıyor. Örneğin internet sitelerinden alıyor. Şuan birçok çocuğun elinde cep telefonu var. Bu tür cinsellikle ilgili bilgileri internetten alıyor ve biz internete hakim değiliz. Ne tür bilgilerle karşılaşabileceklerini bilemeyiz. Orada pedofili olan ya da çocuklara yönelik cinsel istismarda bulunabilecek kişilerin de tuzağına düşebilirler” ifadelerini kullandı.
“Korumanın en temel yolu temel güven duygusu vermek”
Çocukları istismardan korumanın en temel yolunun çocuğa sıfır yaştan itibaren temel güven duygusunu vermek olduğunu dile getiren Nasıroğlu, “Çocuğa yönelik kendini koruma ile ilgili cinsel eğitimler verilmesi gerekiyor. Bunlarla ilgili birçok teknik var. Örneğin çocuğa şunu söyleyebiliriz; Senin özel bölgelerine, sana duş aldıran, sana bakan kişiler dışında kimse dokunamaz. Bunların da belirlenmesi gerekiyor. Anne der ki, ‘Buraya ancak ben dokunabilirim. Bunun dışında kimse sana dokunamaz. Dokunursa buna izin verme ve olursa da bunu mutlaka bize bildir’. Aile içi istismar olgularında çocukların en büyük korkusu inanılmama korkusudur. Çocuklar bunu söylediğinde kimsenin onlara inanmayacağını düşünebilir. Bu korku devreye girdiğinde genelde saklama yoluna gidebilir. O yüzden aile içi cinsel istismarlar çok uzun yıllar boyunca saklanır. Sadece çocuğun söyleyip diğer aile bireylerinin saklamasından ibaret değil, çocuk da saklayabilir. Çünkü korkar. Bazen aile içi istismarda bulunan kişi onu tehdit edebilir. Çoğu olguda çocuk istismara maruz kaldığında uyur taklidi yapıyor. Çünkü gerçeklerle yüzleşmek de zor. Bu aynı zamanda bir çocuğun kaldıramayacağı bir yük. Bazen de kendisine zarar veren kişinin hasta olduğunu düşünebilir. Çocuklara bu güveni aşılamak gerekiyor. Bu güven aslında çocuk çok büyüdüğünde olmuyor. Sıfır yaşından itibaren belki de anne karnında bu güven ilişkisinin kurulması gerekiyor. Temel güven duygusu geliştiğinde çocuk istismara daha az açık olur ve istismara uğradığı zaman da bunu aile ile paylaşır” dedi.
“Medyada çok detay veriliyor”
Basın yayın organlarında bu tür istismar olgularının paylaşılmasına karşı olmadıklarına dikkat çeken Nasıroğlu, şunları kaydetti:
“Ama önemli olan o haberin nasıl yayınlandığıdır. Çok detay veriliyor. Özellikle bazen cinsel istismar olaylarında basına öyle bir şekilde veriliyor ki, sanki bu olay istismar mağduru kişinin hatası nedeniyle yapılmış gibi gösteriliyor. Mesela bazen aşk cinayeti ya da evine gittiği adam tarafından tacize uğradı gibi başlıklarla olayı magazinleştirme, bir öykü çıkartma şeklinde çocuğun ya da istismar mağduru kişinin hatası varmış gibi bir şey çiziliyor. Bu intihar olaylarında da aynı şekilde oluyor. Olayı abartılı vermeyecek şekilde kısaca vermek de fayda var. Bu tüm dünyada yapılan bir hata. İstismar mağduru çocukların bunu hak ettikleri gibi bir izlenimle aktarılmaya çalışılıyor ki haber okunsun. O nedenle bunların aktarımında dikkatli olmak da fayda var. Bunlar zor konular. Toplumlar, aileler, bireyler bu tür özellikle çocuğa yönelik istismar olgularını reddetme eğilimine girerler. Çünkü bu bir kişinin zihninin kabul edemeyeceği şeylerdir. Bu aile içerisinde olduğu zaman bu daha da artıyor. Bu hayatta kötü insanlar da var. Bunları da kabul etmemiz gerekiyor. Nasıl ki savaşlarda, çatışmalarda milyonlarca insan ölüyorsa, soykırıma maruz kalıyorsa, çatışmalarla, savaşlarla insanlar ölüyorsa ve bu emirleri veren kötü insanlar varsa aynı şekilde bu dünyada da bazı kötü insanlar, kendi çocuklarına ya da farklı çocuklara cinsel istismarda bulunabilirler. Bunları konuşmaktan korkmamalıyız ki çocuklarımızı koruyabilelim.”