Mehmet Güleç

Eğitimimizin teslim belgesi: Fulbrigt Anlaşması

Mehmet Güleç

Ülkeler, ancak kendi idealleri doğrultusunda var olma mücadelesi verdiği kadar bağımsızdır ve hürdürler. Eğer bu idealler, o ülkenin kendi inanç ve kabullerinden geliyorsa bağımsız, başka ülkeleri taklit ediyor ve onların dikte ettikleri ile hareket ediyorsa bağımlı, yâni : sömürge bir ülkedir.

Osmanlı sonrası kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bağımsız ve hür bir kimlik ve böyle bir görünümle kuruldu. Aradan geçen yıllarda bağımsızlık kavramı, batı normlarına ve batılı ülkelerin askeri, ekonomik yaptırımlarına direnemeyerek bağımlı bir hâle dönüştü. Tüm boyutları ile Hukuk Sistemimizden askerî yapılanmaya kadar, esasında düşmanların silahı ile silahlanmayı tercih eden lâkin stratejik anlamı olan ve bağımsızlığımızı güçlendirecek ne varsa onu tasfiye etmeye, iç politikadan dış politikaya kadar hemen her şeyimiz batılı ülkelere göre şekillenmeye başladı. Bunlardan en önemlisi ise, elbette ki Milli Eğitim Sistemidir. Çünkü eğitim sistemi, bir milletin ideallerini, kültürünü, bilincini şekillendirir. Aldığınız eğitim ne ise, dünyaya bakışınız da odur. Düşünceler ne kadar bağımsızsa; birey de, toplum da, ülke de o kadar bağımsızdır. Bugün, Milletimizin elmanın yarısı gibi ortadan ayrılarak bir tarafının "AK" dediğine diğer tarafının "KARA" demesinin, ihânet kavramı ile muhâlefet kavramlarının iç içe girmesinin asıl sebebi, işte bu gerçeğin içindedir.

Yüzyılı aşkın bir süreden beri tarih ilmine tümüyle aykırı, tümüyle iftira, tümüyle yalan, itibarsızlaştırma, abartı, şişirme ve bu istikamette beyin yıkama metodları üzerine inşa edilmiş bir Uyduruk Tarihi "Tarih" diye dikte ederseniz işte böyle bir cemiyet ve işte böylesine içi bomboş diplomalılar ülkesi hâlini alırsınız.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra, tamamen bizim olan Osmanlı ve evveliyâtı ile bağlar teker teker koparılarak, batıya doğru bir gidiş başlatıldı. "Batılı olmak, eskiden kalma ne varsa ondan koparak mümkün olur." şeklindeki Mankurtlaşmış Mantıkla geçmişle bir kavga başlatılmış; geçmişin bizi dünya devleti ve dünya  medeniyeti yapan bütün değerleri inkâr ve yok edilerek, yeni bir kisve, yeni bir kimlik oluşturulma gayretlerine girilmiş, bu bakışa uygun "Muasır Medeniyet" ve "Modern bir Türkiye" özlemi başlamıştı. Bu başlangıç ve işleyiş "Halka rağmen, halk için.." gibi bir garabetle kamuoyuna sunulmuş olan adı konmamış bir manifesto idi. Buna rağmen biz, hâlâ  "Yaşasın Cumhuriyet" naraları atıyor, Cumhuriyet Baloları düzenleyerek medenîleşiyorduk (?!). O kadar ki; bu kör ve hain mantık, 1924 Anayasası'na "Devletin Dini Hristiyanlıktır.." diye yazdırmaya zorlayacak kadar pervasızlaşmıştı. Hele ki; Gazi Mustafa Kemal Paşa, bu kör inadın getireceği olası felâketleri sezdiği için Anayasa Komisyonuna Kâzım (Karabekir) Paşa'yı da üye yaptı da büyük bir bâdirenin önüne geçildi.

Yazık ki ; Seküler kültürün yeşertilebileceği alan olarak seçilen Milli Eğitim Sistemimizin, bu kör mantık ve yabancılaşma ilkelerinin üzerine kurulmasının ve işlemeye başlamasının önüne geçilemedi.

Dile getirilmesi gereken daha birçok konu var ama, biz burada Millî Eğitimimiz adına bir başka dönüm noktası olan 27 Aralık 1949 tarihli Türkiye- ABD arasında yapılmış Fulbright Anlaşmasından bahsedeceğiz :

Bu Fulbright Anlaşması, aslında öyle bir proje idi ki ; Türkiye ve ABD vatandaşlarının karşılıklı olarak eğitimlerinin finanse edilmesi, onların yetiştirilerek kendi ülkelerinde görevlendirilmesi gibi bir misyon ile başlayıp, Türkiye'nin ABD'ye daha fazla bağımlı hâle getirilmesini sağlaması için tuzaklanmış , esâsında ; gûyâ bağımsız bir devlete aslâ yakışmayan, "Bağımsızlık" kavramı ile taban tavana zıt bir kuşatma projesiydi. Türkiye Devleti adına İsmet İnönü'nün imzaladığı bu Anlaşma, bağımsız bir devletin asla imzalamayacağı bir anlaşmadır. Ancak sömürge ülkelerinin kabul edeceği bir zavallılıktır. Ve maalesef, bu anlaşma, hâlen yürürlükte olan bir anlaşmadır.

Anlaşmanın maddeleri içinde boğulmamak için biz sadece iki konuyu aktarmak isteriz :

Anlaşma ; hem öğrenci mübadelesini, hem kadrolaşma hükümlerini içerir. Komisyon oluşumunu da : 8 üye ile teşkil ettirir. Bu üyelerin 4 ABD'li, 4 Türk üyeden meydana gelir. Oylar 4'e 4 olursa, ABD nin Türkiye şefinin kararının tarafındaki karar esas alınır ve bu karar her iki devlet tarafından tanınır.

Anlaşmanın ekonomik boyutu ise, Türkiye'ye aittir.  Yâni ve kısacası :

Millî Eğitimimizde söz sahibi olan bazı komisyonların hâlini ve işlevini anlamak, yıllardır süren eğitim politikalarının başarısızlığını anlamak, ancak bu anlaşmayı anlamakla mümkün olur.

Bağımsız bir devlette Millî Eğitim müfredâtı ve politikalarının tâyini ve şekillendirilmesi, sizin Devletinize ait olmayan karar mekanizmasının elindeki bir milli eğitim olursa, bunun sadece adı "Millî Eğitim" olur ve bu da tek kelimeyle "Bağımsızlık" kavramına ihânettir.

Yeni bir medeniyet kurmak ve bağımsız politikalar üretmek adına mücadeleye duran ve kabul etmeliyiz ki ayağa kalkan ( kıyama gelen) bir Türkiye'nin, hâlâ yürürlükte olan bu ihânet belgesini (anlaşmasını) artık YOK HÜKMÜNDE sayma kararını âcilen alması gerekir. Her ne kadar Devletler arasında yapılan andlaşmaların, sınırlı sayıda ilgilinin ancak bilebileceği örtülü hükümlerinin olduğunu biliyorsak da, şunu da talep etme hakkımız olmalı : Bu Anlaşmayı sadece iptal etmek de yetmez. Bu Anlaşmayı yapanlar ve yürürlükte tutanlar da yargılanmalı, sembolik de olsa manevî cezâlara çarptırılmalıdırlar.

Sözlerimizi, bu anlaşmaya imza atan İsmet Inönü'nün sözleriyle bitirmek istiyorum.

Merhum İnönü özetle diyor ki :

"Peygamber edasıyla vaat ederler, kabul ettiğiniz zaman hemen kadrolarıyla, teçhizatlarıyla içinize yerleşirler. Ben bir karar alsam ya da komisyona bir şey havale etsem, sonuçlarını kendi memurlarımdan önce ABD Sefirinden öğrenirim. Bu işleyişle ne bağımsız bir iç politika, ne de bağımsız bir dış politika olur. Bunun biran evvel bitmesi gerek amma ; her yanımız kuşatılmış vaziyette. Mücâdele edersek başımıza ne gelir bilinmez ?"

Böyle buyurmuş : "İstiklâl Harbimizin 2 numaralı kahramanı" ünvanı uygun görülmüş ve Millî Şefimiz İsmet Inönü. Sanki, Ülkemizi bu hâle bizim köyün "sığırtmacı" getirmiş gibi..

Siz ne buyurursunuz sevgili okuyucularımız, elbette ki bunu da biz bilemeyiz.?!...

NOT :

Merak buyuranlar, ilgilenenler ya da inanmak istemeyenler ; TBMM Kararının 1950/ 7460 sayılı ilânına bakabilir.

Yazarın Diğer Yazıları